21.04.2009

sohbetten afyonlanmış kadınlar.



I'm back!
Bu uzun aradan dolayı özür dileyerek başlıyorum öncelikle. Kendimden de özür diliyorum, çünkü şimdi bissürü şey var anlatcak ve nerden başlıycaımı bilemiyorum.
Film festivaliyle geçti günlerim, bissürü film gördüm (genelde türk filmlerine gittim) sonra filmler hkkına konuşmalar, ardından selebriti dolu kokteyller. bissürü gözlem, bissürü düşünce, bissürü beslenme. (kafa beslenmesi)
ardından pazar günü esrayla aşiyan'da (2.köprü altı, rumeli hisarının orda şahane bi yer) deniz kenarında 3 saatlik sohbet dolu mukemmel bir kahvaltı ve sonrasında 2 saatlik ortaköye yürüyüş.arasokaklara, sevimli dükkanlara, yemyeşil parklara dalarak. bissürü şey konuştuk, bissürü şey açıldı, tipik kadınların koyu sohbetleri. bi arkadaşıyla bu kafaya şöyle derlermiş esralar:
"sohbetten afyonlanmış kadınlar"
çok doğru diil mi?
böyle saatlerce öyle bir konuşursun ki, nerede olduğunu unutursun, sadece arkadaşın focus'ta dır, diğer her taraf blur. tam da öyleydi.
sonra ortaköyde filtre kahve ve tatlı icin otururken, ben kafamdaki daha önce hic kelimelere dökülmemiş bulut halindeki tez konum hakkında konuşmaya başladım. ilk dönem kafamda olan konu değişmekteydi, çünkü gitgide o umutlu halimi geride bırakıyordum, dolayısıyla tezim daha felsefi ve karanlık yerlere doğru ilerliyordu. uzun uzun yüzyüze anlatacağım, fakat kafamda şöyle kelimeler vardı:
"can sıkıntısı", "zaman", "şehir ve şehir zamanı", "genişlik", "boşluk", "koşuşturma" ve "yavaşlama"
Esraya anlatırken bulutum birazdık daha şekillendi, dallandı, beyin kıvrımlarımda karıncalanmalar arttı.

Şöyle birşey, ki sana da çok tanıdık gelecek şimdi:
Eskiden, modernite öncesi, dinin veya cemaatinin zamanını yaşıyordu insanlar. kapitalizm zamanı boş zaman ve çalışma zamanı olarak bölmemişti.(leisure time; çalışma zamanının ödülü olarak yaratılmış, bu yüzden de hiç bir zaman "boş" değil", tüketilmesi gereken bir zaman) Dolayısıyla,herhalde eskiden bişey yapmadığımız zaman, tüketemediğimiz zaman, of npsak napsak diye bu şekilde canımız sıkılmazdı. başka türlü bir can sıkıntısı vardı belki de.
Şimdiyse, özellikle şehir için, bir çok zaman var, ve mesela istanbul için "zaman" çok hızlı. Mesela geçen gün servisle okula giderken, dolapderede kampüsünde durdu servis, bi adam, taksime gider mi dedi (taksimden geliyorduk biz oysaki ve dolapdere taksime 5 dk) şöfor amca karşıdan binceksin dedi. adam ama bu sonra taksime dönmiycek mi dedi. şöfor amca da ohoo bu daha santrale gidicek, "zaman o kadar değersiz mi yahu?" dedi.
O an bir ışık daha yandı bende, yani zaten bu aralar hep yanıyo. mesela galata köprüsünden geçiyordum, düşündüm: bu insanlar burda tüm gün balık tutuyor, ne acaip. bi gün tüm gün burda durup baksam ya diye.
Kısacası, kendimden de yola cıkarak, şöyle bir durum var: şehrin cok hızlı bir zamanı var (ama aslında tek bir zamanı yok) , ve bu zamana ayak uyduramadığın zaman bir krize giriyosun ve bundan kurtulmanın yolu da, ya sisteme ayak uyduracaksın, ya da "kendi zamanını yaratacaksın"
galata köprüsünde tüm gün balık tutmak gibi, saatlerce yürümek gibi, minyatür yapmak gibi,koleksiyon yapmak gbi, kitap yazmak gibi. (orhan pamuk'un bir kitap için 6 sene müze gezmesi gibi), köyde domatesini toplama hayali kurduğun bir emeklilik hayali gibi, slow cities/ slow food hareketleri gibi, fotoğraf çekmek gibi, çifçilik yapmak gibi, yoga yapmk gibi.
ve şehirde, işte böyle kendi zamanının yaratmış ve dolayısıyl benim içinde umut gördüğüm bazı pratikler mevcut. bunları aramak tezimin case kısmı olabilir diye düşnüyorum. bilmiorm anlatabiliyormuyum güzelce, ama cok heycanlıyım.
Bu işin time bölümü, sonra biraz daha düşününce, mekansal olarak da, düşünmeye başladım. landscape'in, geniş planların üzerimizde etkisi (yine kendimden doğru). denize bakmanın. deniz: sakin, kocaman gökyüzü; hareketsiz. dolayısıyla yavaşlıyoruz. ama şehirde binaların arasından görebildiğin 3 metrelik gökyüzü, ve diğer heryerdeki hareketin üzerimizdeki yavaşlamamızı engelleyen hissiyatı. yani boşluk üzerine düşünmek, yani konu şuna evriliverdi: "time and space"
devasa bir literatürü mevcut konunun. ve yaşamımız için ne kadar kilit olduğunu farkediyorum. sen bunu cok iyi anlıycaksın, ama umarım iyi anlatabilmişimdir. tam da "içimden" bir konu hem, hem de bi yanıyla umutlu da. çok felsefi, ama bir o kadar da gündelik hayatın içinden. fiyakalı terimlerle diil de, gündelik hayat üzerinden bir tez olabilir.
çok merak ediyorum fikirlerini. sürekli düşünüorum.
bu arada 3 saattir nişantaşında bir kafede kova kadar bir kupadan kahvemi içerek oturuyorum. pek güzel hava. yogaya gelmiştim. yoga öyle iyi geliyo ki, pilates fln yalan. hatırlıyorum tekrar. pek mutluyum.
pastoral vadi konusu; olabilir bana uyar. bu arada kültürelden tarım yapan bi arkadaşım var, izmirin bi köyünde kocaman bir arazisi var, evi var. o çağırıyo, ona söylemiştim seni, çok seversin ztn hem mekanı hem murat'ı. oraya da gidebilirz.
bi de şöyle bir durum var, iki hafta önceki küçük bunalımım zamanı, başka hayat alternatifleri üzerine adım atmaya çalışırken, kabaktaki tüm mekanlara mail attım, beni yanınıza alın diye, biri geri döndü, gel tabi dedi. yazın bir ay, tek başıma, oraya gidip çalışacaım. çok iyi gelceini hissediorum. arın da tam destek. görüyo ztn artık bu ihtiyacın benm icin elzemliğini.
neyse, yaza var daha, düşünürüz. bi de arının çalışmaya başladığı yerden bir iş teklifimsi bişey aldım ya da almak üzereyim. halkla ilişkiler, şimdi daha artis bişekilde söyleyelim: pr.
bakalım. çok heveslenmiorum şimdllik, her an yalan olabilr.
doğu'nun oynuna gidemediğim için çok üzülüyorum, herkes cok iyi olduğunu söylüyor, buna da bir o kadar seviniyorum. belki mayısta tekrar oynıycakmış, o zmn kesin giderim.
margoyla görüşemedik. belki başka zamana.
özgürlük günlerinin hastası oldum bu arada. içim kıpır kıpır oldu. ne güzel yahu odtü :) yeni sosyal hareketler adlı dersime örnek göstereceğim.

aa bi de son olarak, bi icraat planımız daha var, onu da hemen anlatayım, bilgisayarın şarjı bitmek üzre. bu da esrayla geliştirdiğimiz bir fikir: çevremizde sevdiğimiz anlaştığımız ama farklı yerlerden arkadaşlarımızla bir okuma grubu oluşturmak. esra ben, arın, belki arının arkadaşları akay ve deniz, gezi arkadaşım serkan, bilgi sinemadan ezgi vs vs. ilk kitabımız da ihsan oktay anar'ın "suskunlar" ı olabilir diye düşündük. haftada bir düzenli buluşup kitap üzerine konuşmalar, beyin gıdıklamaları. şimdi çevremize soruyoruz. güzel di mi?
bu arada az önce iki tane ortayaşın biraz üstü kadın yanıma geldi, "biz size bayıldık, oturuşunuz, konsantrasyonunuz (çalıştığımı sanmışlar, yanımda notlar fln var çünkü, halbuki blog yazıyorum), hep böyle kalın" diyip gittiler.
bi işaret gibiydi :)
pilim bitmek üzere.
susuyorum.
özledim seni pekçok.
(kadınlardan biri tekrar geldi, tasarımcıymış, sergi davetiyesini vercekmiş bana :) )
genişlik hissiyatlı fotoğraf cok beendiim bir fotorafçıya ait, gir bak fotoraflarına:

http://www.tiptak.com/users/index.php?urlusers=mertsahbaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder